Bize mi has acaba her sabah kötü haberlere uyanmak, trafikte stres yüklenmek, sevmediğimiz işlere, ofislere gitmek, negatif insanların negatif duygularıyla başa çıkmaya çalışırken kendimizi kaybetmek? Bu topraklara mı has bu duygular, yoksa insanlığın üzerinde sürekli dolanan kara bir bulut var da yağmur mu yağıyor, şimşek mi çakıyor? Nedir bu negatif elektrik yüklü hallerimiz? Pozitif insanlar daha mı çok basıyor toprağa, daha mı iç içe doğayla? Bilimsel çalışmalar, kan dolaşımının yaklaşık olarak otuz dakikada tamamlanmasından ötürü, toprağa bastığımızda en az otuz dakika bu eylemi gerçekleştirmemiz gerektiğini söylüyor. Uzmanlara göre hafif ıslak toprak ya da çimen bu konuda daha iyi iş çıkarıyor. Ben dün köyüme geldim. Köy denildiğinde aklınızda ne canlanırsa, işte tam olarak da öyle bir yer: Yemyeşil çimenler, minicik saksılardayken aldığım ve bahçeme ektiğim, şimdi beni arşın arşın geçen çam ağaçları; aşağıda incir ağacı, onun da aşağısında fındık bahçesi; anneannemin ekmeye hazırladığı, çapalanmış taptaze toprak yığınları... Tabii ki kedilerim ve ben. *** İnsanlar anlatırken ne kadar da klişe gelirdi: "Sabah kalkın, güneşi selamlayın." Ne demek bu yahu? Nasıl selamlayacağız binaların içinden güneşi diyordum. Benim imkânım vardı bu sabah; kalktım, güneşi selamladım, ıslak çimenlerde yogamı yaptım, kahvemi içtim, kedilerimle oynadım, groove jazz dinledim, kitap okudum ve çok güzel bir cümle ile karşılaştım. *** Yazar aşağı yukarı şöyle bir cümle kurmuş: "Ruhani hocam bana dedi ki, baharda toprağa çok dikkatli bas, çünkü toprak gebedir." Teşekkür ettim ben de ağaçlara, çimenlere; benimle birlikte oldukları ve bana enerji ve sükûnet verdikleri için. Doğanın bir parçası olduğumuzu pek çok unuttuk, pek çok uzaklaştık topraktan. Şehirlerde sürüyor olsa bile hayatlarımız, doğaya kaçmak için her fırsatı değerlendirmek gerektiğini, binaların arasından azıcık bile sızıyor olsa güneşi her sabah selamlamanın gerekliliğini hep hatırlamamız gerekiyor. Çünkü bu, aynı zamanda her sabah yeniden uyanabildiğimize bir şükür, doğaya bir teşekkür ve içimizdeki günışığına bir merhabadır bence. *** Tam da bu ruh hâllerini yaşarken, AYM’nin insan vicdanına asla sığmayan, insan olanın da bunu kendine yakıştıramayacağı bir haber gördüm: Sahipsiz hayvanlar ile aldığı karar... Üzerine ne çok söz söylemek istiyorum, her insan için böyle, çok iyi biliyorum. Keşke o kanlı yasalara imza atanlar her sabah toprağa bassalar, gidip bir ağaca sarılsalar. Evlerinde bir hayvan besleseler, sadece kendilerini ve kendi çocuklarını önemsemeseler. Ben bu insanların ne doğayı ne hayvanı ne de kendi çocuklarından başka çocukları ve insanları önemsediklerini düşünmüyorum. *** Zira bu vicdansızlık bir yerlerden kaynaklanıyor olmalı; bencillik ve narsisizm... Bu insanlar kendilerini sevmiyorlar ki kendileri dışında başka bir canlı ile ilgili empati yeteneği taşıyabiliyor olsunlar. Narsist ve bencil bireyler, kendileri ile sağlıklı bir sevgi ilişkisi kuramazlar; bunların kendileri ile ilişkileri bile toksiktir. En kötü tarafı da bu toksik ruhlar, toksik kararlar alarak dünyayı cehenneme çeviriyorlar. Şimdi bu toksik insanlara bu yetkileri verenler dönsün kendilerine baksın ve bir düşünsünler bence. *** İnsan yüksek heyecan ve korku ile karar almamalı. Büyük kararlar, sakinlik ve sükûnet içerisinde alınmalı; bireysel de olsa toplumsal da olsa. Korku çok insani bir duygudur, çok da güçlüdür; bireyin diğer tüm duygularını felç eder, beyni durdurur. Akla gelen tek şey “kaç” ya da “savaş” olur, bu da adrenalini yükseltir ve bu zincir böyle devam eder. Önce birey olarak, sonra toplum olarak, sonra da dünya olarak sükûnete ihtiyacımız var; çünkü sükûnet cesaret verir, ayakların yere sağlam basar, beyin daha sağlıklı düşünür. Bu bilimsel bir gerçektir. *** Ülkemizin siyasal atmosferi malum. Hiçbir şey mi yolunda gitmez yahu? Bilmem, düşündüm bir kendi adıma. Sanırım yolunda gitmeye aday durumlar var. Örneğin, dün akşam Cumhuriyet Halk Partisi’nin İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt Kampüsü önünde yapılan mitingini izledim. Altyazı şöyle diyordu: “Bizden korkuyorlar.” Ekrem İmamoğlu söylemiş, bence çok da yerinde, çok da doğru söylemiş. Bizden korkuyorlar, çünkü seçimi kazanacağız değil bunun anlamı; bizden korkuyorlar, çünkü kaybetmenin ne demek olduğunu yakında tadacaklar. Bu hiç de alışkın olmadıkları bir durum. Dolayısıyla birey, tanımadığı duygudan korkuyor. Korku, adrenalini tetikliyor ve yanlış kararlar üstüne daha yanlış kararlar silsilesi geliyor. *** Ekrem İmamoğlu’nun bu cümleyi tesadüfen kurduğunu düşünmüyorum. Kürsülerde her ne kadar heyecanlı bir enerji veriyor olsa dahi, Ekrem İmamoğlu sükûnetini korumaya devam ediyor; çünkü bizler yani toplum, yakın gelecekteki liderimizin sükûnet içerisinde bize yol göstermesine ihtiyaç duyuyoruz. Ben de bir Karadenizli olarak Ekrem İmamoğlu’nun içinde kopan o deli fırtınaları çok iyi gözlemliyorum; ancak en güzel balıklar da mevsiminde Karadeniz’den çıkar, en serinletici en güzel plajlar da Karadeniz kıyısındadır, bunu da biliyorum. *** Karadeniz’de yüzeceksen en iyi yüzücü olmana gerek yok; Karadeniz’in mevsimini iyi kolla ve tekniği iyi bil. Ekrem İmamoğlu, Karadeniz’in o deli dalgaları üzerinde çok iyi sörf yapmakta, iyi bir kaptan olarak da gemisini sükûnet ve cesaretle limana doğru yaklaştırmakta. Bizler de deniz fenerleri olarak parlamalıyız, önünü aydınlatmalıyız. Deniz fenerlerini küçümsemeyin ama önce içinizdeki o minik güneş ışığına her sabah merhaba demeyi de unutmayın. Ülkemizin ve dünyamızın önünün aydınlıklara çıkması dileklerimle…

Kaynak: RSS