Faiz Kararında Nokta Atış: Şeffaflık ve Güven Sınavı

Geçtiğimiz Perşembe günü Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun aldığı sürpriz karar, ekonomi dünyasında geniş yankı uyandırdı.

Piyasa beklentileri büyük ölçüde faizin sabit bırakılacağı yönündeydi. Gerek yerli gerekse yabancı çok sayıda ekonomi çevresi, Merkez Bankası’nın en azından bu toplantıda “bekle-gör” politikasına döneceği kanaatindeydi. Ancak beklenen olmadı. Merkez Bankası politika faizini 350 baz puan artırarak yüzde 42,50’den yüzde 46’ya çıkardı. Buraya kadar olan kısmı, para politikasında yeni bir sıkılaşma hamlesi olarak değerlendirilebilir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kararın neredeyse hiçbir ekonomist tarafından öngörülmemiş olması. Bir kurum hariç: Goldman Sachs. Amerikan finans devi Goldman Sachs, karar öncesinde yaptığı değerlendirmede, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın 350 baz puanlık bir faiz artırımına gidebileceğini belirtmişti. Ve nitekim tam da öyle oldu. Ne bir baz puan eksik, ne bir baz puan fazla. Bu derece isabetli bir tahmin, finansal analitik başarı olarak okunabileceği gibi; “acaba içeriden bilgi mi sızdırıldı?” sorusunu da beraberinde getirdi. Unutmamak gerekir ki Merkez Bankası’nın en temel gücü, bağımsızlığı kadar, karar alma süreçlerindeki gizliliği ve şeffaflığı dengeleyen kurumsal disiplindir. Karar öncesinde yapılan hazırlıklar, iç tartışmalar ve veri analizleri, kurumun en mahrem süreçleridir. Eğer bu tür kararlar önceden dışarıya, üstelik birebir oranla sızıyorsa, bu yalnızca teknik bir sorun değil; yapısal bir güvenlik açığıdır. Elbette Goldman Sachs gibi büyük yatırım bankalarının güçlü veri analiz altyapıları ve piyasa okuma kabiliyetleri vardır. Ancak bu seferki tahminin “başarı” sınırlarını aşan bir kesinlik taşıdığı da açıktır. Bu nedenle, konunun yalnızca piyasadaki yorum farkı olarak ele alınması eksik kalacaktır. Bu noktada Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek’in ajandasında, Amerika’da sürdürdüğü kritik temasların yanında, bu hassasiyetin de yer alması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye ekonomisini yeniden güven zeminine oturtma hedefiyle yürütülen politikalar, içeride güven sarsıcı şüpheler doğurursa, dışarıya verilen mesajlar da zayıflar. Sayın Bakan’ın ve ekonomi yönetiminin, Merkez Bankası bünyesindeki iletişim güvenliğini, karar alma süreçlerindeki kapalı devre işleyişi ve sızıntı ihtimallerini ciddiyetle mercek altına alması, kurumsal saygınlık açısından da önemlidir. Bu bir suçlama değil, bir kurumsal refleks çağrısıdır. Zira Türkiye’nin artık daha fazla hata lüksü yok. Güven inşa etmek zaman alır ama kaybetmek bir dakikada mümkündür. Ve unutulmamalı: Ekonomide güven, faizin de dövizin de enflasyonun da üzerinde bir değişkendir.