Bugün TBMM'de kuruluş aşamasında olan 51 üyeli “Terörsüz Türkiye Komisyonu”nda, siyasi partilerin temsiliyetinin paylaştırılması hayli dikkat çekici. Örneğin; Anamuhalefet partisine 10 üyelik reva görülmüş… Ki CHP; “her ne kadar TBMM’de sayısal çoğunluk sahibi olmasa bile” 31 Mart 2024 yerel seçimlerinden beri “Siyasal çoğunluğu” temsil ediyor. Ve sadece 5'te 1 üyelik öneriliyor. AKP 21, MHP ve DEM parti’ye 5’er üyelik… Kafaların karışması da burada başlıyor? CHP bu komisyona girmeli mi girmemeli mi?
CHP, kurucu iradenin temsilcisi olarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin bütünlüğünü, demokratik hukuk devletini ve toplumsal barışı önceleyen bir siyasal gelenekten gelir.
Dolayısıyla, “terörsüz bir Türkiye” ideali, herhangi bir partisel çıkarın değil, evrensel bir yurttaşlık arzusunun ifadesidir.
Ve CHP’nin bu komisyona katılması şöyle bir mesaj içerebilir;
“Evet, biz bu ülkenin hiçbir yurttaşının canına kasteden hiçbir örgüte, hiçbir eyleme, hiçbir ideolojiye onay vermeyiz. Ancak terörü yalnızca silahlı unsurlarla sınırlı görmek yerine, terörü doğuran sosyal ve siyasal iklimi de masaya yatırmak zorundayız.”
Yani CHP bu komisyona girecekse sadece o masada oturmak için değil, komisyonu doğrultmak için girmeli. Katılım, aynı zamanda; muhalefetin “sadece eleştiren” değil, çözüm öneren, alternatif geliştiren, denetleyen ve yönlendiren bir aktör olduğunu da perçinler. Bir başka ifadeyle CHP’nin bu komisyonda bulunması “inandırıcı ve gerçek” demokrasi adına olmalı, “dekorokrası” görüntüsü algısı yaratmamalı.
***
Ancak siyaset; sadece iyi niyetlerin değil, aynı zamanda kötü niyetlerin ve çeşitli siyasi çıkar hesaplarının da yapıldığı sahnedir. Eğer bu komisyon, Cumhur İttifakı’nın “terör” kavramını keyfi şekilde tanımladığı, eleştireni bile potansiyel hain olarak kodladığı, muhalefeti kriminalize etmenin yeni bir aparatı hâline gelirse, işte o zaman mesele değişir. Ve ortaya şöyle bir çelişki çıkar:
Eğer terörle mücadele bu kadar netse, hukuki çerçeve varsa, yasalar ve yargı bağımsızsa; neden ek bir komisyona ihtiyaç duyulmaktadır? Ya da daha keskin soralım:
Bu komisyonun amacı çözüm üretmek mi, yoksa yöneten elitin siyasi bekası adına toplumsal hafızayı formatlamak mı?
CHP’nin böyle bir yapıya katılması, bir “meşruiyet payandası” olarak kullanılması riskini taşır. Hele ki akademisyenleri, gazetecileri, sivil toplum aktörlerini, anayasal haklarını kullanan yurttaşları bile “terör suçlamasıyla” yaftalayan bir siyasi dil hâlâ güncelken…
Bu bağlamda CHP'nin bu komisyona vereceği her üye, iktidarın söylem evreninde bir "onay mührü" gibi sunulabilir. Ve bunun siyasi bedeli, yalnızca CHP’ye değil, hakikate ve muhalefetin gelecekteki inandırıcılığına da yansır. Yok eğer üye vermezse; demokratik muhalefetin denetleyici ve mesafeli duruşunu güçlendirir.
***
Kanımca asıl mesele şudur:
Komisyon ne için kuruldu? Kim tarafından kurgulandı? Hangi siyasal atmosferde ilan edildi? Ve en önemlisi, kimin fikri bu komisyonda “terör”ü tanımlayacak? Dahası; bu komisyon, salt çoğunlukla mı yoksa nitelikli çoğunlukla mı karar alacak?
Bu soruların yanıtları, belki de siyasetin en kadim çelişkilerinden birinde gizlidir:
Oyuna katılarak mı değiştirirsiniz kuralları, yoksa dışarıdan haykırarak mı?
Tam bir paradoks… Sonsuz bir ikilem… Ve Türkiye bu ikilemin içinde kıvranıyor !
Kaynak: RSS